Doğanın Orta Anadolu’daki başyapıtı:
Perilerin diyarı Kapadokya
Tabiat
ananın özenle tasarladığı bir başyapıttır Kapadokya. Türkiye'nin bu açık hava
müzesi türlü gizemleri barındırırken, bulunduğu coğrafyaya da naralar atar,
“Benden güzeli, bilgesi yok” diye. Tarihte pek çok medeniyete ev sahipliği
yapan bu bölge, çok sayıda ritüeli de bünyesinde muhafaza eder.
Sıcak
bir Temmuz sabahı geldiğim Avanos'ta; coşkun Kızılırmak üzerinde kurulu
“Sallanan Köprü”yü adımlarken yaşamın kayganlığını daha iyi hissediyorum.
Gelmek ve gitmek arasındaki ince olgunun keskinliğini bu köprüde daha iyi
kavrıyorum. Kızılırmak'ın coşkun sularının içindeki adacıkta sergilenen
çömleklerin tuttuğu ritim ve kazların ada etrafında yaptığı dans, yaşamın
zamana meydan okuyan bir siluetini andırıyor.
Avanos'tan
ayrılıp da Ürgüp'te Temenni Tepesi'ne çıkıp şehre şöyle bir baktığımda
hissettiğim ilk duygu üzerinde durduğum kayalara binlerce yıl öncesinde başka
insanların da ayak bastığı ve zamanın onların devrini kapattığı oluyor. İki
Selçuklu Beyi’nin kabrinin de bulunduğu bu tepe, geçmişle gelecek arasında
durup mola verilmesi gereken bir mekan olarak zihnimde yer ediyor.
Ve
Göreme... “Göreme Açık Hava Müzesi” pek çok tarihi mekana ev sahipliği yapıyor.
Müze, kaya içine oyulmuş manastırlar, şapeller, kiliseler, yemekhaneler,
mutfaklar ve yaşam alanlarından oluşuyor. Burası 4.yüzyılda Hristiyanlığın
önemli isimlerinden Kayseri Piskoposu Aziz Basil tarafından dini eğitim ve
düşünce merkezi olarak kurdurulmuş. Bölgedeki manastır hayatı da 1000 yıl kadar
sürmüş. Aziz Basil Şapeli, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise
ve Karanlık Kilise bu tarihi dokunun en tanınmış mekanlarını oluşturuyor.
Anadolu'nun bu orta yerinde ziyaretçilerine dört bir yandan binlerce yıllık
bilgileri fısıldayan bu yapılar, başka bir yerde buradaki gibi pek çok dinsel
ögeyi bir arada görmenin mümkün olmadığını da dile getiriyor.
Efsanelerle
dolu Kapadokya'nın ilgi çeken bir başka özelliği de yer altında bulunan
şehirleri... 200 civarında yer altı kentine sahip Kapadokya'nın en büyük yer
altı şehri 8 katla Derinkuyu'da yer alıyor. Derinkuyu'ya ulaşıp yer altı
kentine indiğimde bölgede bir zamanlar korku imparatorluğunun hüküm sürdüğünün
izlerine tanık oluyorum. Yumuşak tüf kayalara oyularak yapılan bu yer altı
kentleri, halkın istilalara karşı bir aldığı bir önlemin sonucudur.
Zirvesi
karla örtülü Erciyes'in yanı başında yaşanan efsanedeki gerçeği bulmada yol
gösteriyor Kapadokya okuyanına; “Asıl gerçeği kendinde ara”. Persler’in deyimi
ile “Güzel Atlar Diyarı”nda ya da bilinen başka bir ifadeyle Peri Bacaları'nda
tarihe tanıklık edenler, yaşamın gerçeğini daha iyi yorumlayabilirler...
Kapadokya’nın
perileri...
Perilerle ilgili olarak Kapadokya’da
anlatılan birkaç efsane var. Bunlardan birine göre; bölgede yaşayan devler kızdıklarında,
dağların tepesinden insanların üzerine ateş dalgalarını gönderirlermiş. Bir gün
yolu Kapadokya’ya düşen peri padişahı, insanlara yardım etmek için halkıyla
günlerce çalışarak ateşi söndürmeyi başarmış. Devlerin yer altına inmesiyle
insanlar ve periler arasında sıcak bir dostluk oluşmuş. İnsanlar kayalara
oydukları mağaralarda yaşarken, periler de sivri kayalıkların üzerindeki küçük
odacıklarda yaşamaya başlamışlar. Kapadokya kralının oğlu Revan ile peri
padişahının kızı Gülperi arasındaki aşk da bu zamanda başlamış. Ancak iki aşığın aşkına karşı gelen insanlar
perilerle savaşma kararı almış. Peri padişahı insanları yok etmektense
Kapadokya’dan ayrılmayı tercih etmiş ama insanların devlerle baş edemeyeceğini
düşünerek tüm perilere güvercin olmalarını emredip yine aynı yerde kalmalarını
söylemiş. Peri padişahının kızı da beyaz bir güvercine dönüşmüş ve her gün Kapadokya
kralının oğlunun odasındaki pencereye konmuş. Revan olanlardan habersiz,
penceresine konan güvercini avuçlarına alıp duyduğu özlemi onu şefkatle sevip
okşayarak giderirmiş.
“Peri
Bacaları” nasıl oluştu?
60
milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Melendiz Dağı lav püskürttü. Platoda
biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer
yer sert bazaltdan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtüldü. Bazalt çatlayıp
parçalara ayrıldı. Yağmur tüfü aşındırdı. Rüzgar da bu sürece dahil odu.
Böylece sert bazalt kayasından şapkası bulunan koniler meydana geldi.
Tarihçe
M.Ö.
12. yüzyılda Hitit İmparatorluğu’nun çöküşüyle, bölgede karanlık bir dönem
başladı. Asur ve Firig etkileri taşıyan geç Hitit kralları bölgeye egemen
oldu. Bu krallıklar M.Ö. 6. yüzyıldaki
Pers işgaline kadar devam etti(Kapadokya adı Pers dilinde “Güzel Atlar Diyarı”
anlamına gelmektedir). Büyük İskender M.Ö.332’de Persleri yenilgiye uğrattı ama
Kapadokya’da büyük bir direnişle karşılaştı. Bu dönemde Kapadokya Krallığı
kuruldu. M.Ö. 3. yüzyılda Romalıların gücü hissedilmeye başlandı. İsa’dan
öncenin son yüzyılında Kapadokya kralları Romalı generallerin izniyle atandı ve
ayrıldı. M.S. 3. yüzyılda bölgeye Hristiyanlar geldi. Putpereslerin zulmünden
korunmak için bölge bulunmaz bir fırsattı. M.S. 17’de Kapadokya Roma’nın
eyaletleri arasında yer aldı. Bölgenin
önemi 3.Leon’un ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına çıktı. İkonaklasm
726-843 arasında yüzyıldan fazla sürdü. Bu dönemde Arap akınları da görüldü.
Mehmet ZENGİN
09 Eylül 2017, İstanbul
Yorumlar
Yorum Gönder